09 Ekim-08 Kasım 2015 tarihleri arasında düzenlenen Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali (FOTOİSTANBUL) kapsamında 2007 yılında aramızdan ayrılan Fethi Sabunsoy’a ait bir sergi düzenlenmiştir. Sergi, festival küratörlerinden Atilla Durak ve Sabunsoy’un asistanı Seçkin Yılmaz’ın yoğun çabalarıyla ortaya çıkmış. Sergi için Adana’ya giden ikili burada Sabunsoy’un ailesi tarafından korunmaya çalışılan geniş arşive girmişler. Sabunsoy’un kendi karanlık odasında ürettiği binlerce baskı arasından seçilen sergi fotoğrafları, “Kahvehaneler” ve “Anadolu’dan Fotoğraflar” olarak iki ana başlık altında derlenmiş.
Bu sergi kapsamında sunulan fotoğraflar Fethi Sabunsoy’un hayatı boyunca biriktirdiklerinin küçük bir seçkisi şeklindedir. Hayatının merkezine fotoğrafı yerleştiren Sabunsoy, sonunda kendi kendini kadraja aldığı ve kendi kendini çektiği içe yönelik bir eylem olarak fotoğrafı ele almıştır. Bu nedenle de fotoğrafta, sadece yapısal elemanlardan ziyade insana ve kendine ait duyguları ve ifadeleri de sunmuştur. Ayrıca fotoğrafında sadelik ve basitlik arayışı göze çarpan en önemli öğelerdir. İfade etmek istediği duyguyu yalın, sade ve direkt olarak önümüze sermektedir. Fotoğrafın mahçup beyefendisi olarak anılan Sabunsoy’un, dünyayı rahatsız etmeden ürettiği sessiz, sakin ve fısıltı tadındaki fotoğrafları, izleyiciyi usulca içlerine çekmektedir. Bu yönüyleriyle, fotoğrafları ile hayata ve bütün unsurlarına bir zen ustası edasıyla selam vermektedir.
Sabunsoy’un, fotoğraf serileri incelendiğinde kendine dair biriktirdiği imgelerin bir araya getirilerek sunulduğu izlenimi doğmaktadır. Onun serilerinde bir başlangıç ve bir sondan bahsetmek mümkün değildir. Her fotoğrafı çember üzerindeki bir noktadır. Dolayısıyla da her fotoğrafı hem başlangıç hem de bir sondur. Veya başka bir ifade ile her fotoğrafı ne başlangıç ne de sondur. Bu duruma en güzel örnek “Kahvehaneler” serisidir. Babasının kahvehanesinde çırak olarak çalışması ile başlayan ilişkisi bir ömür boyunca sürmüştür. Dolayısıyla bu serisinde sunduğu aslında kendi yaşam alanından kesitlerdir. Buna ek olarak, Sabunsoy, vefa duygusunun sadece insanlara karşı değil, hayatın bütün unsurlarına sunulması gerektiğini bizlere göstermektedir. Yaşadığı yerlere, ilişki kurduğu canlılara hatta alışkanlıklarımızdan ötürü körleştiğimiz ve dolayısıyla göremediğimiz yaşamdaki küçük detaylara bağlılığını fotoğraflarında görebilmekteyiz. Tekrar tekrar onlara döner; fotoğraflayarak onlara olan saygısını sunar.
Sergi, bizleri uyandırırcasına suratımıza usulca bir fiske vuruyor. Bizlere geçip gideni anımsatıyor. Bu geçip giden sadece imgelerin içeriklerindekiler değil. Ayrıca o şiirsel karanlık oda baskılarını da hatırlatıyor. Teknolojinin fotoğrafa sunduğu sınırsız genişleme ve kolaylığın bedeli elimizden kayıp giden baskı kalitesi oldu. Sergi, uzun zamandır ekranlara hapsolmuş fotoğrafın kâğıt üzerindeki teknik gücünün içeriğe nasıl hizmet edeceğini de gösteriyor. Böylelikle, Sabunsoy, ardında bıraktığı bu baskılarıyla da eğitim vermeye devam ediyor.
Sabunsoy fotoğrafları belki de son kez izleyici ile buluşacak. Gelir durumu düşük olan ailesinin koruma çabaları, her biri özelde Adana’nın genelde ise Anadolu’nun bir dönemine ait bu görsel hazinelerin yok olmasını sadece yavaşlatmaktadır. Aslında bu geleceğe aktarma sorunu serbest fotoğrafçılar açısından ciddiyetle ele alınması gereken bir konudur. Kültürel mirasımızın ve toplumsal belleğimizin de bir parçası olan bu fotoğraflar maalesef fotoğrafçıların vasilerinin imkanları doğrultusunda geleceğe aktarılabilmektedir. Bu sorun Fethi Sabunsoy özellinde de çarpıcı bir şekilde önümüzde durmaktadır. Sabunsoy’a ait arşivi incelerken asistanı Seçkin Yılmaz’ın “Ne olacak bu fotoğraflar?” sorusunun ağırlığı, bizleri gök kubbeyi omuzlarında taşıyan Atlas’a dönüştürmektedir. Bu ağırlık nasıl taşınır; bu soru nasıl cevaplanır? Bilemiyorum.
Fotoğrafla yaşayan Fethi Sabunsoy’a saygılar.
NOT: Bu yazı, Agos Gazetesi için hazırlanmıştır.